Bir kadın daha boşanmak istediği için öldürüldü.
Günlerden hangisiydi, artık önemi yok. Çünkü neredeyse her gün böyle bir habere uyanıyoruz. Aynı kalıp: Boşanmak istemiş, tehdit almış, şikayet etmiş, ama “gereken yapılamamış.” Sonra tabii klasik haber metni: “Aralarında tartışma çıktı, şahıs gözaltına alındı.” Bir ömür gitti, bir kadının nefesi kesildi ama biz hâlâ aynı cümlelerle geçiştiriyoruz.
Biraz acı olacak belki ama şunu söylemem gerek: Bu ülkede bir kadının boşanması, öldürülmesinden daha çok konuşuluyor.
Evet, hâlâ 2025 yılında boşanmış kadına “ne yaptı da kocası onu terk etti?” ya da “biraz alttan alsaydı yuvasını kurtarırdı” diyen kafalar var. Kusura bakmayın ama bu görüşleri artık medeniyetle bağdaştırmak zor. Bu sadece geri kalmışlık değil, düpedüz cehalet.
Mahalle baskısı öyle bir şey ki, kadınlar mutsuz oldukları evliliklerden çıkamıyor. Çünkü ailesi “elalem ne der” diyor, çevresi “biraz sabret kızım” diyor, sistem “koruruz ama garanti veremeyiz” diyor. Kadın ise her sabah aynı adamla aynı çatının altında, ölümün bir adım gerisinde uyanıyor.
Şimdi biraz duralım ve şöyle bir Avrupa’ya, Kuzey’e, hatta Latin Amerika’ya bakalım. Kadın boşandığı için linç edilmiyor. Hayatını sıfırdan kuruyor. Tek başına çocuk büyütebiliyor. Toplum “nasıl başardın?” diye alkışlıyor. Bizde ne oluyor? Kadın “ben bu evliliği istemiyorum” dediğinde, tehdit geliyor. “Ya benimsin ya kara toprağın.” Ve işin en korkunç tarafı: Kadın o toprağa giriyor ama biz toplum olarak hâlâ “kadının da biraz anlayışlı olması gerekirdi” deyip meseleyi geçiştiriyoruz.
Evlenmek başarı sayılıyor, boşanmaksa utanılacak bir şey gibi sunuluyor. Sanki evlilikle birlikte kadın “toplumca onaylanmış” bir birey oluyor, boşanırsa otomatikman değersizleşiyor. Kim karar veriyor buna? Gerçekten merak ediyorum. Kimin elinde cetvel var da “mutlu kadın – mutsuz kadın” ayrımı yapıyor?
Hadi daha net konuşalım: Bu bakış açısı ilkel. Medeni hiçbir toplumda, bir kadının boşanmak istemesi aşağılanmaz. Çünkü medeni toplumlar, kadının birey olduğunu kabul eder. Onun fikrine, duygusuna, hayatına saygı gösterir. Bizdeyse hâlâ kadın bir erkeğin karısı, bir çocuğun annesi, bir evin hanımı olarak tanımlanıyor. Kadının kendi başına bir “insan” olarak saygı görmesi hâlâ bir lüks.
Ve sonra diyoruz ki “kadın cinayetleri neden bitmiyor?”
Çünkü kadınlar susmaya zorlanıyor. Çünkü boşanma kararı cesaret sayılıyor. Çünkü verilen destek yetersiz kalıyor. Ve en kötüsü, toplum bu kadınların yanında durmak yerine onları yargılıyor.
Ben bazı söylemleri cidden cahilce buluyorum, evet. “Kadın biraz daha sabretseydi” demek, ölümün eşiğinde yaşayan kadınlara ihanet etmek demek. “Ama boşanmak da ayıp” demek, yaşamı küçümsemek demek. Hiçbir ayıp, bir insanın canından önemli olamaz. Kusura bakmayın, ama bu bakış açısı sadece geri değil, tehlikeli.
Kadınlar evlenmek zorunda değil. Kadınlar boşanabilir. Kadınlar kendi hayatını kurabilir. Ve hayır, bu durum toplumu yıkmaz. Asıl yıkan şey; kadınları susturmaya çalışmak. Özgürlükten korkmak. Değişime direnmek.
Kadın cinayetlerini önlemek için sadece yasalar yetmez. Zihniyet değişmeli. Ve bu zihniyet, evliliği “başarı” sayan, boşanmayı “ayıp” gören anlayışla başlar. Yoksa biz daha çok mezar taşı dikeriz. Ve her biri, bir toplumun utanç belgesidir.
Ve sonra biz ne yaptık? Bir kadının cesedini bulduğumuzda, başını sallayıp “yazık olmuş” dedik. Ama o kadın yaşamak istediğinde, ona sırtımızı döndük. “Boşanma, yuvanı yıkma, sabret” dedik.Sabretti. Sabretti. En son nefesine kadar sabretti.Ve öldü.
Toplum olarak evleneni alkışladık, boşanmak isteyeni yargıladık.
“Yuvasını koruyamamış” dedik.
Oysa o kadın, sadece canını korumaya çalışıyordu.
Koruyamadı.
Çünkü biz hâlâ boşanan kadına “eksik” gözüyle bakıyoruz.
Çünkü biz hâlâ evliliği bir kadının hayattaki en büyük başarısı zannediyoruz.
Sahi, bu başarı dediklerinizin kaçı sağ kaldı?
Her kadın cinayeti bize bir şey söylüyor ama duymak istemiyoruz:
“Ben sadece gitmek istedim.”
Ne kadar sade, ne kadar insanca bir cümle.
Ama bu ülkede, kadınlar o cümleyi kurduğu anda hedef tahtasına dönüyor.
Bakın, çok açık söylüyorum:
Bir toplum, bir kadının boşanma hakkını koruyamıyorsa,
Onun yaşama hakkını da koruyamaz.
Ve siz hâlâ evliliği yüceltiyor, kadınları susturuyorsunuz ya…
İşte tam orada, bir toplumun mezar taşını kazıyorsunuz.
Kadınlar değil, insanlık ölüyor.

