Geçtiğimiz günlerde, müziğimizin en içten ve en güçlü seslerinden biri, arabeskin kraliçesi Güllü aramızdan sessizce ayrıldı. Yalova Çınarcıktaki evinden 6. kattan düşmesi mi, yoksa atılması mı hâlâ bir sır; ölümünün perde arkasına hâlâ ışık tutulamadı. Ama bu belirsizlik, aynı muhitte yaşamış olmanın verdiği yakınlıkla birleşince yüreğimde tarifsiz bir boşluk bıraktı. Aynı taşların, aynı manzaranın içinde var olmuş bir hayatın ansızın yok olması, insanın ruhunda donuk bir sızıya dönüşüyor, gözlerini kapatıp açsan da kaybolanın ağırlığı hafiflemiyor.
Güllü’nün hayatı kolay olmadı. Küçük yaşta tanıştığı yokluk, gençliğinde karşılaştığı engeller, ailesine omuz verdiği sorumluluklar… Tüm bunlar onu yıldırmadı; aksine güçlendirdi. İlk çıktığında ona “Kasımpaşalı Güllü” deniyordu. Bu unvan sadece nereden geldiğini anlatmıyordu; bir mahalle çocuğunun hayata tutunma azmini, mücadelesini ve kendi yolunu çizme kararlılığını simgeliyordu. Dar sokaklardan çıkan bir kızın sesi, kısa zamanda milyonların yüreğinde yankılanan bir melodiye dönüştü.
Hayatının her anı şarkılarına yansıdı. “Ödüm Kopuyor”da içimizdeki korkularla yüzleştik, “Çıldıracağım”da taşan duyguların ağırlığını omuzlarımızda hissettik, “Sabah Olmadan”da ise gecenin karanlığında kaybolmuş yanlarımızı bulduk. Ve hâlâ kulağımda, ruhuma dokunan bir sözü var: “Dışarda yağmur var, aldırmıyorum; masamda resmin var, kaldırmıyorum; sevdiğin şarkıyı çaldırmıyorum, duyacaksın diye…” İşte tam o satırlarda yalnızlığı, kırılganlığı ve sevgiyle dolu yüreği bir arada buluyorduk; kendimizi onunla birlikte ağlayıp gülüyormuş gibi hissediyorduk.
Güllü’yü özel kılan bir diğer yan, arabeski küçümseyen, modern popüler kültürün dayattığı tavırları benimseyen insanların bile gizliden onu dinlemesiydi. Dinlemekten utanıyorlardı belki, ama kalpleri onun melodilerine ihtiyaç duyuyordu. O, sadece arabesk sevenlerin değil, önyargıların arasında kalan herkesin sesi oldu. Samimiyeti, acının gerçekliği ve insan ruhuna dokunan gücü, onu bir sanatçıdan çok, bir hayat dersi hâline getirdi.
Ve şimdi, hayatının en trajik anı, adını verdiği şarkılarından birine kadar uzanıyor: “Sabah Olmadan.” O melodiyi hepimiz geceyi aydınlatacak bir ışık gibi dinledik; kaybolmuş ve yalnız hissettiğimiz anlarda yolumuzu bulduk. Ama Güllü, gece saatlerinde, yani sabah olmadan, aramızdan sessizce ayrıldı. Şarkısının adıyla aynı şekilde, hayatı da bizim için erken, ansızın ve derin bir boşluk bırakarak sona erdi.
Artık yanımızda değil. Ama bıraktığı miras sonsuz. Onun melodileri hâlâ çalıyor; her notası, her sözü yüreğimizde yeniden hayat buluyor. Güllü, ödümüzü koparan korkulardan, sabah olmadan kaybolan yalnızlıklardan ve çıldıracak kadar yoğun duygulardan doğan bir güç olarak hep bizimle yaşayacak. Ölümünün sır perdesi hâlâ aralanmamış olabilir, ama bıraktığı boşluk, içimizde yankılanan sesi ve yaşamın acı gerçekliğiyle birleşince, varlığını her an hissettiriyor.
Güllü, sen yanımızda olmasan da, her dinleyenin yüreğinde yaşıyorsun. Sesin, yaşadığın acılar ve umutlarla ölümsüzleşti. Kasımpaşalı bir kız çocuğundan Arabeskin Kraliçesi’ne uzanan yolun, bize acının, yalnızlığın ve müziğin gücünü hatırlatmaya devam edecek. Hoşça kal Güllü… Senin melodilerin, yaşadığın hayatın gücü ve duygularınla hep bizimle kalacak. Ve belki de en çok, sabah olmadan kaybolan o sessizlikte, şarkının adını bir kez daha hissediyoruz; gecenin ortasında, yitip giden bir ışık gibi ama unutulmaz…

