30 Ağustos… Sadece bir tarihten ibaret değil; ulu Türk milletinin kendi kaderine sahip çıktığı gün, özgürlüğün, cesaretin ve kararlılığın en güçlü simgesi. Büyük Taarruz’un zaferi, sadece toprağın kurtuluşu değil, milletimizin iradesinin, azminin ve inancının zaferidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanılan bu zafer, bugün bile tüyleri diken diken eden bir kararlılık, bir akıl ve vizyon örneğidir.
Atatürk’ü düşündüğümde bir kez daha hayranlık duymamak mümkün değil. O kadar net, o kadar kararlı, o kadar ileri görüşlü ki… Sadece savaş meydanında değil, aklın, bilginin ve stratejinin her alanında örnek bir liderdi. “Ya istiklal ya ölüm” derken, sadece askerlerine değil, Türk milletine inanç ve cesaret aşılıyordu. Ve bugün, o mirasın büyüklüğünü anlamadan, sadece törenlerde hatırlamakla yetinmek; tarihimize yapılan en büyük haksızlıktır.
Ama ne yazık ki günümüz, zaferin ruhunu anlamaktan hâlâ uzak. Milli Bayram haftalarına denk gelen cuma hutbelerinde, yıllardır süregelen bir gelenek var: Atatürk’ü anmamak. 30 Ağustos Zafer Bayramı öncesi yayımlanan hutbelerde de, Mustafa Kemal Atatürk’e yer verilmedi. Düşünsenize, bir milletin kendi tarihini hatırlatacak bu kutsal günde, zaferin liderine yer verilmiyor. Bu, sadece geçmişin kahramanlarına değil, bugün yaşayan bizlere de bir ihanet değil midir?
Oysa 30 Ağustos’un ruhu, sadece toprağın kazanılmasıyla sınırlı değildir. O ruh, adalet isteyenlerde, doğru bildiğini savunanlarda, haksızlığa karşı sessiz kalmayanlarda yaşar. Zaferin gerçek anlamı, sadece bir bayram töreniyle hatırlanacak kadar basit değildir. Atatürk’ün açtığı yol, bugün de aynı kararlılığı göstermemiz için bir çağrıdır. Sessiz kalmak, tarihimize ve mirasımıza ihanettir; mücadele etmek ise her zaman görevimizdir.
Düşünün… Bir milletin tarihinde böylesine kritik bir zafer var ve hâlâ bir kesim, bu gerçekleri sessiz bırakmayı seçiyor. Tarih kitaplarında yer alacak bir satır değil, her gün hatırlamamız gereken bir ders bu. Atatürk’ün liderliğinde kazanılmış bir zaferin hatırasına sahip çıkmak, yalnızca geçmişe değil, geleceğe de duyulan bir saygıdır.
30 Ağustos, geçmişin zaferi kadar, bugünün sorumluluğunu da simgeler. Sadece bir kutlama günü değildir; cesaretin, kararlılığın, inancın ve duruşun her zaman hatırlanması gereken bir hatırlatmasıdır. Küçük de olsa hayatımızda verdiğimiz mücadeleler, toplumsal sorumluluklarımız, doğru bildiklerimiz için ayağa kalkmamız, o büyük zaferin ruhunu yaşatır.
Atatürk’ün mirası, sadece alkış ve sözlerle değil, eylemlerimizle yaşatılmalıdır. Hakikati savunmak, haksızlığa sessiz kalmamak, adalet için mücadele etmek… İşte zaferin bugünkü şekli budur. Tarih bize yalnızca hatırlamak için yazılmaz; cesaretimizi ölçmek, duruşumuzu sınamak ve bize sorumluluk yüklemek için yazılır.
Ve işte bu yüzden 30 Ağustos, sadece bir kutlama değil; uyanmak, sorgulamak ve durmadan mücadele etmek için bir çağrıdır. Zafer, geçmişte kazanılmış olabilir; ama ruhu, bugünün duruşu ve geleceğe olan sorumlulukla anlam kazanır. Eğer biz bu ruhu yaşatmazsak, o büyük zafer sadece tarih sayfalarında kalır, gerçek gücünü yitirir.
Atamızı anmakla yetinmek mümkün değil; onun cesaretini, kararlılığını ve duruşunu kendi yaşamımıza taşımak gerekir. 30 Ağustos, sadece geçmişin kahramanlarına saygı günü değil, bugünün sessiz kalmayanları için bir uyarıdır, geleceğin sorumluluk sahiplerini sınayan bir aynadır. Zaferin ruhu, bizde yaşadığı sürece gerçek anlam kazanır; sustuğumuz, görmezden geldiğimiz veya unuttuğumuz anda ise tarih bizi affetmez.

