“FREE İMAMOĞLU”
İstanbul’un kalbinde, Boğaziçi Köprüsü’nün demirlerine asılan “İmamoğlu’na Özgürlük” pankartı, şehirdeki yoğun akışın arasında belki gözden kaçan küçük bir detay gibi görünebilir. Ama bu pankart, sadece bir bez parçası değil; taşıdığı anlamla, Türkiye’nin uzun süredir derinleşen siyasi ve toplumsal geriliminin sessiz ama güçlü bir simgesi haline geliyor.
Bir düşünün; ne zaman ki insanlar içinde yaşadıkları toplumda kendilerini ifade etmekte zorlanmaya başlar, seslerini duyuramaz hale gelir, işte o zaman kırılmalar başlar. Bu kırılmalar bazen gözle görülür, bazen ise ancak sembollerde, pankartlarda, sosyal medyada küçük işaretlerde kendini gösterir.
“İmamoğlu’na Özgürlük” pankartı da böyle bir işaret. Sadece bir siyasi slogan değil; içinde umut, kırgınlık, bekleyiş ve isyan taşıyan bir ifadedir. Toplumun bir kesimi, “Biz buradayız, sesimizi duyun” diyor. Ve bunu yapmak için en görünür ve etkili yerlerden birini seçiyor: İstanbul’un iki yakasını birleştiren Boğaziçi Köprüsü.
Peki, biz bu mesajı nasıl okuyoruz? Duyuyor muyuz gerçekten? Yoksa kendi gündemlerimizin karmaşasında kaybolup gitmiyor muyuz? Gerçekten dinlemek istiyor muyuz? Çünkü bazen anlamak, sadece dinlemekle başlar. Bir toplumu ayakta tutan en temel şey, onun kendini özgürce ifade edebilmesidir.
Şimdi bir adım daha atalım ve şu soruyu soralım: Biz bu toplumun bir parçası olarak ne kadar empati yapıyoruz? Kendi hayatımızda karşılaştığımız zorluklarla mı meşgulüz, yoksa karşıdaki insanın yaşadığı sıkıntıyı anlamaya çalışıyor muyuz?
Bu pankart, aslında herkes için bir çağrı. Sadece siyasi bir liderin özgürlüğü için değil, özgürlüklerin, hakların, adaletin savunulması için. Çünkü bu değerler, toplumun tamamının huzur içinde yaşaması için vazgeçilmezdir.
Ve elbette, bu çağrının farklı anlamları da var. Bazıları için provokasyon, bazıları için ise beklenen bir hesaplaşmanın işareti olabilir. Ama önemli olan, bu tür işaretleri sadece tehdit olarak görmekten vazgeçmek. Sessiz kalanlar, bir gün patlayabilir. O yüzden, bu seslerin ardındaki gerçekleri anlamak ve karşılık vermek şarttır.
Bir başka açıdan bakarsak, Türkiye’nin bugün geldiği noktada, sadece sözler değil, samimi eylemler, güven ve dürüstlük gerekiyor. Çünkü halkın güvenini kazanmak, onları anlamak ve sorunlarına gerçek çözümler üretmek, siyasetin temel görevlerinden biri.
Şimdi bir köprü düşünün. Boğaziçi Köprüsü sadece iki yakayı birleştiren devasa bir yapı değil; insanların, hikâyelerin, umutların, kırgınlıkların köprüsü. O köprüde asılı duran pankart, aslında bu umutların sesi.
Ve burada önemli bir gerçek var: Köprüler sadece taş ve demirden ibaret değildir. Köprüler, insanları, toplumları birbirine bağlayan, ortak bir geleceğe uzanan yapılardır. Eğer köprülerimiz sağlam değilse, o zaman aramızda daha büyük uçurumlar oluşur.
Peki, biz bu köprüleri nasıl güçlendirebiliriz? Öncelikle birbirimizi dinlemekle başlamalıyız. Karşı tarafın düşüncesine, endişelerine, taleplerine kapı kapatmamalıyız. Çünkü ancak böylece ortak akıl ve uzlaşı mümkün olur.
Unutmayalım, bugün Türkiye’nin gündeminde sadece siyasi bir tartışma yok. Çok daha fazlası var; halkın geleceği, adaletin durumu, özgürlüklerin genişliği, sosyal barış… Bunlar, sadece bir pankartta buluşan değil, hayatın her alanına dokunan konular.
Bu nedenle, Boğaziçi Köprüsü’ndeki o pankart, bize önemli bir mesaj veriyor: Toplumsal uzlaşı ve dayanışma için daha çok konuşmalı, daha çok anlamalı ve daha çok birlikte hareket etmeliyiz. Çünkü Türkiye’nin geleceği, ne sadece siyasetin, ne de sadece halkın tek başına karar verebileceği bir mesele değildir.
Hep birlikte, el ele vererek, köprülerimizi sağlamlaştırabiliriz. Bu sayede sadece coğrafi olarak değil, kalplerimizde ve zihinlerimizde de köprüler kurmuş oluruz. Ve böylece, umutlarımızı ve hayallerimizi gerçekleştirmek için daha güçlü bir Türkiye inşa edebiliriz.
Bu pankartı, sadece bir siyasi ifade olarak görmekten öteye geçelim. O, aynı zamanda bize “Birlikte olmalıyız” diyen sessiz ama kararlı bir çağrıdır.