Tam 28 yıl önce bugün, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde yaşanan katliamda 33 aydın yaşamını yitirdi. Sivas’ta bulunan aydınlar ve sanatçılar, dinci gerici karanlığın hedefi haline getirildi, vahşice katledildi.
Sivas Madımak Oteli’nde 2 Temmuz 1993’te gerçekleştirilen ve aralarında aydınlarla sanatçıların da bulunduğu 33 kişinin yaşamını yitirdiği katliamın üstünden tam 28 geçti. Katliamın üzerinden geçen 28 yılda adaleti sağlamaya dönük güçlü bir yargılama yapılmadı.
Katliamın ardından 35 kişi gözaltına alındı, sonrasında gözaltı sayısı 190’a kadar çıktı ancak 66 kişi serbest bırakıldı. Geri kalanlar Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde 1 yıl boyunca yargılandı. Dava sonucunda 22 sanık 15’er yıl, 3 sanık 10’ar yıl, 54 sanık 3’er yıl, 6 sanık 2’şer yıl hapisle cezalandırıldı. Yargılananlardan 37’si ise beraat etti. 1997’de Yargıtay DGM kararını bozdu ve sanıklar yeniden yargılandı. 8 sanık, 1997’deki bozma kararı sonrasında firar ederek kayıplara karıştı. 1998’de onaylanan yeni kararda 33 sanık idam, 14 sanık ise 15 yıla kadar değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Son olarak Sivas Davası 2014 yılında zaman aşımına uğradı ve tüm dava kapatıldı.
Sanık avukatlarından birçoğu AKP’nin de içinde olduğu sağ partilerde milletvekili oldu ve bakanlığa kadar yükseldi. Geçen zaman içerisinde gerçekleşen tahliyeler ile hapisteki kişi sayısı 33’e düştü.
1 Temmuz 1993’te Aziz Nesin’in açılış konuşması yapmasıyla Sivas’ta Pir Sultan Abdal etkinlikleri başladı. Aydın ve sanatçılara yönelik tehditlere karşın kolluk kuvvetleri hiçbir önlem almadı. Tarihler 2 Temmuz 1993’ü gösterdiğinde ise cuma namazı çıkışı toplanan gerici güruh önce aydınları ve sanatçıları şehre davet eden Sivas Valisi’ni hedef aldı, “Vali İstifa” sloganlarıyla Valiliği taşladı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün kamu yönetimi ve güvenlik danışmanlığını da yapan Vali Ahmet Karabilgin, takviye birlikler talep etse de kente yardım ulaştırılmadı.
Şenliklerin yapıldığı kültür merkezine doğru ilerleyen kalabalık orayı da taş yağmuruna tuttu. Karşısına ne çıkarsa yakıp yıkan güruh, “Sivas laiklere mezar olacak” ve “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak” gibi sloganlar atıp tekbir getirerek Madımak Oteli’nin önüne doğru yürümeye başladı. Sayıları 10 binleri bulan yobazlar, aydınlar ile sanatçıların konakladığı Madımak Oteli’nin önüne ulaştı. Ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini durduracak hiçbir güç olmadığından iyice emin olan karanlık güruh önce otelin önündeki araçları, ardından da oteli ateşe verdi. Otelin ateşe verilmesiyle birlikte 33 aydın ile sanatçı ve iki otel çalışanı olmak üzere toplam 35 insan yaşamlarını yitirdi.
Katliamda hayatını kaybeden isimler arasında yer alan Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin, kimi yazar ve şairi son kez fotoğraflayan ve saldırıdan son anda kurtulan Mehtap Yücel, yangından kurtulan Hukukçu Neval Oğan Balkız, davada tanıklığı ile önemli rol oynayan Ali Rıza Koçyiğit ve Avukat Şenal Sarıhan, katliamın 28’inci yılında BirGün’e konuştu.
YETER GÜLTEKİN: ACIMIZ TAZE
Hayatını kaybeden isimler arasında yer alan Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin, ülkenin aydınlık yüzlerinin katliamlarla yok olduğunu söyledi. Her 2 Temmuz’da aynı acıyı yaşadıklarını anlatan Gültekin, şöyle konuştu:
“Katliam yaşanalı çok uzun zaman oldu ama bizim acılarımız hâlâ taze. Aslında bu olaya kişisel değil de toplumsal olarak bakmalıyız. Orada gözleri yumulmak istenen, yok edilmek istenen, var olmasına sabredilemeyen ve yakılan şey, ülkenin aydınlanmasıydı, aydınlık yüzleriydi. Ülkemizin kaybı çok büyük ve derin. Siyasi cinayetlere, toplu katliamlara, gözaltında kaybedilenlere baktığımızda hepimizin o isimlere ne kadar çok ihtiyacımızın olduğunu görüyoruz. O yangın sanki dündü ve hâlâ dumanı tütüyor gibi. Olması gerekenler bugün henüz olmadığı için, adalet sağlanmadığı için yaramız bir türlü iyileşmiyor. En azından bizim bu acıyla ilgili, “hafifleme” hissini yaşamamızı engelliyor. Bunu unutturmamak gibi bir sorumluluğumuz var. Eşimi kaybettiğim için değil, toplumsal barışın sağlanması, herkesin yaşam hakkı için bu sürecin adaletle sonuçlanması gerekirdi.”
MEHTAP YÜCEL: MUTLAKA HESABI SORULACAK
Katliam anında çektiği çok sayıda fotoğrafla yaşanan vahşeti ortaya koyan, kimi yazar ve şairi son kez fotoğraflayan ve saldırıdan son anda kurtulan Mehtap Yücel, şunları anlattı: “Çok derin travmalar yaşadık. Birçok ayrıntıyı unuttum ama hissettiğim duyguları bir türlü unutamıyorum. Her 2 Temmuz’da tekrar tekrar aynı duyguları yaşıyorum.
O tarihten sonra benim ve orada aynı durumu yaşayan onlarca insanın hayatı sonsuza kadar değişti. Bu yükü, travmayı atlatamayan arkadaşlarımız oldu. En ufak bir toplantıya, gösteriye katılamayanlarımız oldu. Çok sert psikolojik sıkıntılar yaşadık. Rüya görme hakkımızı elimizden aldılar. Kabuslarla uyuyor, kabuslarla uyanıyorduk.
Benden önce babam bir baskında yine yakılmaktan kurtuldu, annem ise seneler sonra 10 Ekim katliamında bombalardan kurtuldu. Yıllar geçiyor, tehlikeler son bulmuyor. Belirli bir dünya görüşünüz varsa sanki bunları yaşamak zorundaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Böyle bir ön kabulle yaşıyorsunuz. Bu ülkede insan hakları mücadelesi veren herkesin başına böyle şeyler geliyor. Annem ve babam öğretmen, Atatürk değerlerini ve barışı savunurlar. Ben hayata daha soldan bakıyorum ama hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz sırayla.
Eğer devletin zihniyeti önünü açmazsa hiçbir eylem bu kadar büyümez ve provokasyona açık hale gelmezdi. Sürüncemede bırakılan 2 Temmuz yargılaması gibi, sizi yasaların önünden kaçırabilirler ama vicdanların önünden kaçıramazlar. O nedenle ısrarla söylüyoruz, bir gün mutlaka bunun hesabı sorulacaktır.”
NEVAL OĞAN BALKIZ: YAK BAĞIRTILARINI UNUTMADIK
Akademisyen, hukukçu Neval Oğan Balkız da otel yangınından kurtulanlar arasında yer alıyor. Derin travmalarını geride bırakarak hukukçu kimliği ile suçluların cezalandırılması için mücadele eden Balkız’ın anlattıkları şöyle:
“Laik cumhuriyeti hedef alan bu örgütlü kalkışmanın planlayıcıları ve uygulayıcıları, asker ve emniyet güçlerinin gözleri önünde ve tüm Türkiye halkının tanıklığında, sloganlar ve tekbir sesleri eşliğinde öğlen saatlerinde başlayıp, gün boyu kesintisiz süren saldırı ve kuşatma sonunda, akşam saat yedi civarında, ‘yak, yak’ bağırtıları ve alkışlarla oteli ateşe verdi. ‘Rüyalarında, kendi mezheplerinden olanlara cennet kapılarını açanlar, yeryüzünde hep birlikte yaşamayı cennete yeğleyenleri’ yakarak öldürdü.
Yangından kurtulanlar, onulmaz acılarla hayatta kalabilme savaşı verdi. Yitirdiklerinin oluşturduğu boşluğa sarılanlar, o boşluğa düşmeden ve fakat ona alışmaya çalışarak var olmaya çabalıyor hâlâ. Yangının isi, yıllardır, tüm ülkeyi içine alan kara bir delik gibi büyüdü. İnsan türünün düşünsel ve eylemsel alanda bugüne dek biriktirdiği tüm değerlerin üstünü kaplayan kara bir leke olarak, tarihteki yerini aldı.
Mağdurların ve onlara siyasal görüş, felsefi düşünce, inanç, kültürel aidiyet gibi ortaklığı bulunan kitlelerin, kendilerini ‘sürekli bir tehdit altında duyumsama tedirginliğini’ ortadan kaldıracak bir yaşam anlayışının hâkim kılınması gerekiyor. Katliamın acısının toplumun her kesimi tarafından paylaşıldığını, acının hafızasının ortak olduğunu gelecek kuşaklara aktaracak söylem, eylem ve araçların ortaya konulması, halen güncel bir sorumluluk olarak, ortada duruyor.”
ALİ RIZA KOÇYİĞİT: POLİSLER MAÇ DERDİNDEYDİ
Katliamın ardından başlayan yargılamada verdiği detaylı ifadeler ve tanıklıklarla davada önemli bir rol oynayan Ali Rıza Koçyiğit otelin yakılma anını şöyle anlattı: “Çok zor saatler yaşadık. Otele ilk taşlar saat 15.00’te atılmaya başlandı. 100’e yakın arkadaşımız buradaydı. İleride böyle bir olayın yaşanacağını bilemiyorduk. Dışarıdan Cumhuriyet aleyhine sloganlar atılmaya başlandı. Atılan taşlardan dolayı ön odalarda kalamayacağımızı anladık. Birinci katta yani zeminde ve birinci, ikinci basamakta barikat kurduk. Barikatın arkasında yanarak ölen arkadaşım Erdal Ayrancı, karikatürist Asaf Koçak, Şair Uğur Kaynar, Demet Işık ve 10-15 arkadaşım daha vardı. Yakın teması barikat önledi. Katliam gerçekleştikten sonra ise polisler aralarında birbirlerine maç anlatıyorlardı. İlgisizlik hâkimdi. Savcılık sorgusu için saatlerce ayakta bekletildik. Sonra da uçak saati gerekçesiyle acele bir şekilde ifadelerimiz alındı. O günün Belediye Başkanı dahil birçok görevliden şikayetçi olmuştum. Elbette sonuç elde edilemedi.”
DOSYA YEDİ YILDIR AYM ÖNÜNDE
2 Temmuz yargılamasının peşini bırakmayan, cezasız kalan sanıkları cezalandırabilmek için mücadele eden ve katliamın arkasındaki odakların açığa çıkarılması için son olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvuran Şenal Sarıhan, süreci BirGün’e anlattı. AYM’ye yaptıkları, “adil yargılama hakkının ihlali” ve “işkence” başvurularının yedi yıldır bekletildiğini kaydeden Sarıhan, “Mutlaka bir gün bu başvurularımızın karşılığını alacağız” dedi. Sarıhan, şunları söyledi:
“Bu davayı senelerce parça parça götürdük, hala öyle götürüyoruz. İlk dava bilindiği üzere 1993 yılında açıldı. Üç ayrı iddianame ile yürüdü. Terör, toplantı ve gösteri kanununa muhalefet ve cinayet. Açılan davaların ve davalarda yargılananların sayıları gerçeklikle bağlantılı değildi. Hem eyleme katılanların tümü hem de arkasındaki kişiler saptanmamıştı. 20 günde hazırlanmış iddianamelerdi. Bu tarihten sonra da ciddi bir yargılama yapılmadı. Sonuç olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinde davalar birleşti ve sembolik bazı cezalar verildi. O cezaları alanlar da önceden tahliye edildi ve kaçmalarına olanak sağlandı. Önemli bir bölümü hala Avrupa’da hayatını sürdürüyor.
‘Laiklik gidecek şeriat gelecek, Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’ gibi sloganlar atıldı otelin önünde. Bu sloganlarla özünde hiç tanımadıkları, inanç olarak hangi anlayışta olduklarını tahmin ettikleri insanlara saldırdılar. Bir grup toplantı ve gösteriye muhalefetle cezalandırıldı, bir grup da yakarak adam öldürmeden. Aziz Nesin’in son durumu nedeniyle ‘tahrik’ olarak değerlendirildi ve idam cezası alanların cezalarını 15 yıla kadar düşürdüler. Avukatlar olarak bunu temyiz etmiştik. Mahkeme, hatalı bir şekilde yaşananı aleni bir adam öldürme olarak değerlendirdi ama aslında yaşanan ülkeyi başka bir sürece sürüklemekti. Mahkemeler, örgütleri de araştırmadı. Bağımsız bir olaymış gibi değerlendirdi. Aralarında Fetullah Gülen’in de olduğu pek çok yapı bir araya gelerek bu katliamı gerçekleştirmişti. Katliamcılar arasında Sivas’tan insanlar da vardı ama ‘Sivas’a götürülenler’ de vardı. Mahkeme bunu da hiçbir zaman ciddiye almadı.
ZAMANAŞIMI UYGULANMASI MÜMKÜN DEĞİL
2005 yılında ‘insanlığa karşı suç’ iç hukukumuza girdi. Kişilerin, siyasi düşünceleri gereği, inançları, renkleri, cinsiyetleri gereği bir olayla yüzleşmeleri, insanlığa karşı suç olarak değerlendiriliyordu. Bu suçlarda zaman aşımının uygulanması mümkün değildi. Son yargılamada ısrarla bu durumun insanlığa karşı bir suç olduğunu söylemiştik ama dönemin başbakanının ‘hayırlı olsun’ sözleri eşliğinde dava zaman aşımından düştü. Mahkeme, devlet memuru olmayanların insanlığa karşı suçtan yargılanamayacağına hükmetti. Son derece sakıncalı ve hatalı kararlar peş peşe verildi. Yargıtay bile itirazlarımızı tartışmadan reddetti ve dava tamamen kapandı. Anayasa Mahkemesi’nin önünde dosyamız yedi yıldır bekliyor. Yüksek Mahkeme neyi bekliyor bilmiyoruz ama artık bir karar vermeli. İç hukuk yolunu tüketerek gideceğimiz AİHM’den olumlu kararlar alacağımızı umuyoruz.
Etkili soruşturmanın yapılmaması, adil yargılama hakkının ihlal edilmesi gibi kararların çıkması gerekiyor. Murat Songur, Murat Karataş, Eren Ceylan, Ömer Demir, Mehmet Yılmaz, Ethem Ceylan, Harun Kavak, Vahit Kaynar… Bu katliamcıların yurtdışında oldukları ifade ediliyor. Bunların da yargılanması gerekiyor. Hatta bunlar Almanya’da ama bir türlü iade edilmiyorlar. Bu katiller bulunsaydı, arkalarındaki örgütler de bulunurdu. Bu dava tamamen zaman aşımına uğramış değil. Arkalarındaki örgütler bulunsaydı gar katliamı olmazdı, Suruç olmazdı, ülkenin diğer noktalarındaki felaketler olmazdı. Sivas’ta atılan sloganlar, katliamın arkasındaki örgütler bulunamadığı için tüm Türkiye’ye hâkim oldu. Hak ve adalet için mücadele ediyoruz, etmeye devam edeceğiz.”