Sokağın köşesinde gördüm onu…
Renkli kıyafetleri, abartılı makyajı, burnundaki kırmızı top ve cebinden sarkan yarısı sönmüş balonlarıyla…
Bir palyaço.
Ama o gün ilk kez bir palyaçonun gülmediğine şahit oldum.
Yüzündeki boya kurumuştu.
Gözlerinin kenarında birikmiş yaşları elindeki mendille değil, içine içine akıttığı sessizlikle siliyordu.
Sanki bütün çocukların kahkahalarını taşımaktan omuzları çökmüş, hayatın ağırlığı rengârenk perukların altına gizlenmişti.
Bir elinde çürümeye yüz tutmuş pamuk şekeri tezgâhı, diğerinde o gün hiç şişirilmeyen balonlar vardı.
O an anladım: Bu adam aslında sahnede değil, hayatta bir gösteri yapıyordu.
Yoksulluğunu saklamak için maskeye sığınmıştı.
Hayatın darbesini sessizce yiyen, ama kimseye belli etmeyen o milyonlarca insandan sadece biriydi.
Ama o bir farkla farklıydı: O, çocukları güldürerek karnını doyurmaya çalışıyordu.
Hangi çocuk ister palyaçonun ağladığını görmeyi?
Ama o gün oradan geçen küçük bir kız, elindeki yarım simidini uzatırken şöyle dedi:
“Amca üzülme, benim de babam işsiz…”
O an palyaço çömeldi, küçük kıza sarıldı.
Yüzünden süzülen makyaj artık sadece boya değil, yoksulluğun iziydi.
Türkiye’nin sokaklarında, lunaparklarında, doğum günü partilerinde onlarca palyaço var.
Ama biz onları yalnızca çocukları güldürmekle görevlendirilmiş neşeli figürler olarak görürüz.
Oysa onlar da kira öder, ev geçindirir, çocuk büyütür…
Ve ne yazık ki bu ülkede artık onlar da ağlayacak kadar çaresiz…
Geçim derdi palyaçonun burnundaki kırmızı toptan bile büyük.
Asgari ücretin altında günlük yevmiyelerle günü kurtarmaya çalışan bu insanlar, sadece çocukların değil, artık kendi çocuklarının da yüzünü güldürememekten korkuyor.
Çünkü o plastik burun ardında banka borcu var, icra dosyası var, ev sahibi baskısı var.
Ve en acısı: “Baba bu ay da doğum günü pastası kesmeyecek miyiz?” diyen bir çocuğun gözyaşı var.
Bir palyaçonun ağlaması, sadece bir insanın çaresizliği değil, bir toplumun yıkılan neşesidir.
Çünkü umut artık balonlar kadar hafif, ve onlar gibi patlamaya meyilli.
Biz ne zaman bu kadar duygusuzlaştık?
Ne zaman çocuklarımızı güldüren insanların aç kalmasına göz yumduk?
Ne zaman her şeyin rengini kaybettiği bir ülkede, palyaçoların da gözyaşlarını göremez olduk?
Oysa bir palyaço ağlıyorsa, sadece kendi için değil, hepimiz için ağlıyordur.
Gülümsemeyi unuttuğumuz bu günlerde, onun gözyaşları sessiz bir haykırıştır.
“Ben de insanım” diyen kırık kalpli bir adamın, gülmeyi öğreten ama gülmeyi unutan bir figürün, belki de son umududur.
Unutmayalım…
Bir palyaçonun ağlaması, hepimizin ayıbıdır.

