Yasar ÇAKMAK
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. SUSKUNLUĞUN SUÇ ORTAKLIĞI!

SUSKUNLUĞUN SUÇ ORTAKLIĞI!

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Ev Kadınlarını Ekran Esaretine Mahkûm Eden Utanç Kuşağı”

Türkiye’de her sabah, binlerce evde aynı sahne yaşanıyor. Kadınlar çocuklarını okula gönderiyor, ev işlerini bir kenara bırakıyor ve televizyonu açıyor. Ekranda tanıdık bir yüz: Müge Anlı. Öğleye kadar süren bir gerilim, bir kaos, bir çamur savaşının tam ortasına dalıyorlar. Sonra biraz dinlenme… Akşamüzeri başka bir yüz devralıyor ekranı: Esra Erol. Bir başka rezalet, bir başka “dram”, bir başka çürümüşlük servise hazır. Ve bu döngü, her gün yeniden başlıyor.

 

Bu programlar artık bir televizyon yayını değil, bir kitle hipnozu. Kadınlar her gün saatlerce bu yayınları izleyerek, kendi hayatlarını sorgulamıyor; aksine başkalarının felaketlerine odaklanarak uyuşuyorlar. Kendi mutsuzluklarını başkasının daha büyük rezilliğiyle unutmaya çalışıyorlar. Bu programlar, ekranda akan dramlarla aslında evdeki kadının zihnini ele geçiriyor. Psikolojik bir işgal bu. Sessiz ama yıkıcı bir savaş.

 

Her gün bir kayıp vakası, bir DNA testi, bir aldatma hikâyesi, bir aile içi kavga… Bu programlar, kadınlara fark ettirmeden “şiddeti izlemeyi normalleştiriyor”, “ihaneti seyretmeyi alışkanlık haline getiriyor”, “rezilliği merakla takip etmeyi” rutinleştiriyor. Üstelik bunu öyle ustaca yapıyor ki, bu kadınlar artık “haber izlemiyor”, “film izlemiyor”, “kitap okumuyor”, “sosyalleşmiyor”. Sadece Müge Anlı ve Esra Erol izliyor. Çünkü onların dünyası artık o stüdyonun içinde.

 

Ve bu izleyicilerin çoğu eğitim almamış, ekonomik bağımsızlığı olmayan, sosyal çevresi kısıtlı kadınlar. Bu programlar onlar için bir “kaçış” değil, bir “bağımlılık” haline geldi. Çünkü ekran başında oturup başkalarının dramını izlemek, kendi içindeki boşluğu susturuyor. Ama ne pahasına? Zihinler çürüyor. Empati duygusu yok oluyor. Şiddet, ihanet, aşağılanma artık birer “gösteri nesnesi”ne dönüşüyor. Ve en kötüsü: Bu kadınlar, kendilerini artık sadece seyirci olarak değil, kurban ya da fail olarak da bu senaryoların içinde hayal etmeye başlıyor. Çünkü zihin, her gün neyle beslenirse, ona dönüşür.

 

Esra Erol ve Müge Anlı gibi programlar, toplumun en zayıf halkası olan kadınları hedef alıyor. Onların zaaflarını, bilgisizliğini, ilgisizliğini ve yalnızlığını kullanarak, onları ekranın kölesi haline getiriyor. Bu bir “televizyon programı” değil, bu bir sosyal zehirleme operasyonudur. Her sabah bir başka kadının ağlaması, bir başka adamın ifşası, bir başka çocuğun travması üzerinden yürüyen bu yayınlar, aslında bir milletin ruh sağlığını bozuyor.

 

Bu sadece “reyting” değil, bu ahlaksızlıktır. Bu sadece “eğlence” değil, bu bir toplumsal çözülmedir. Ve en tehlikelisi: Bu programlar artık sadece bir ekranda değil, zihinlerde, dillerde, sohbetlerde, komşu muhabbetlerinde, çocukların bakışlarında yaşıyor. Çünkü toplum artık bu programların dilini konuşuyor. Kavgayla, ifşayla, hakaretle yaşamayı öğrendik. Bu programlar sayesinde artık kimse kimseye güvenmiyor, herkes birbirinden şüphe ediyor. Herkes birbirini “Müge Anlı’ya çıkarırım ha!” diye tehdit eder hale geldi.

 

Ve burada bir soru daha sorulmalı: Nerede kadın dernekleri? Nerede aile bakanlığı? Nerede psikologlar, sosyologlar? Neden kimse bu programların kadın ruh sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerini araştırmıyor? Neden bir araştırma yapılmıyor, bir müdahale planı oluşturulmuyor? Yoksa bu toplumsal çöküş de ekranlarda izlenip geçilecek bir “içerik” mi?

 

Müge Anlı sabahları kadınlara korkuyu, paranoyayı, güvensizliği aşılıyor. Esra Erol akşamları evliliği bir tiyatroya, aileyi bir skandala dönüştürüyor. Ve bu iki program, Türkiye’nin “sıradan ev kadını” profilini pasif, korkmuş, dedikoduyla beslenen, izlemekten düşünmeye vakti kalmayan bir figüre dönüştürüyor. Yazık.

 

Artık yeter. Bu programlara “dur” denilmeli. Toplumu değil, toplumsuzluğu büyüten bu yayınlar kapatılmalı. Çünkü biz her sabah Müge Anlı’yla korkuya, her akşam Esra Erol’la utanca uyanıyoruz. Çünkü bu yayınlar sadece ekranlardan değil, hayatlarımızdan da çalıyor. Geleceğimizden çalıyor. Kadınlarımızdan çalıyor.

 

Ve biz hala izliyoruz…

Türkiye yine suskun. Bir kadın cezaevinde tacize uğradığı iddiasıyla gündeme geldi, hem de öz kardeşi tarafından dile getirildi. Ceyda, Esra’nın cezaevinde cinsel şiddete maruz kaldığını açık açık söyledi. Sosyal medya bir an için ayağa kalktı. Ama sonra olanlar, bu ülkenin çürümüş vicdanını bir kez daha gözler önüne serdi: Herkes sustu. Ceyda sustu. Devlet sustu. Medya eğlendi, geçti.

 

Bu ülkede bir kadın cezaevinde tacize uğradığında, “cezaevinde zaten güvenlik var” diye geçiştirilemez! Devletin her bir metrekaresinde olan bitenden sorumlu olduğu bir kurumda yaşandığı iddia edilen bu rezalet, “gündem değişti” diye unutulamaz!

Ve Ceyda… O ilk paylaşımda nasıl bir öfke ve korku vardıysa, o kadar da hızlı silindi her şey. Paylaşımlar silindi, hesaplar kapandı, suskunluk duvar gibi örüldü. Bu suskunluk kendi başına bir suç değil midir? Bu sessizlikte kimlerin parmağı var? Kimler susturdu Ceyda’yı?

Eğer iddia doğruysa, bu devletin cezaevlerinde kadınlara ne kadar güvenlik sağladığını sorgulamak zorundayız. Eğer iddia doğru değilse, Ceyda’nın yaptığı şey, adalet sistemini alenen sabote etmektir. Ama her iki durumda da, devletin acilen bir soruşturma başlatması gerekiyordu. Nerede bu soruşturma?

Hadi Ceyda sustu, korktu diyelim… Peki Adalet Bakanlığı neden susuyor? Cezaevi yönetimi neden açıklama yapmıyor? Kadın örgütleri neden sokağa çıkmıyor? Barolar, insan hakları savunucuları neden bu iddiayı gündeme taşımıyor?

Bu ülkede kadınlar sadece sokakta değil, artık devletin koruması altındaki cezaevlerinde bile güvende değilse, bu utanç hepimize yeter. Ve bu utanç, sadece tacizi gerçekleştiren ellerin değil, sessiz kalan ağızların da suçudur.

Sözüm ona “kadın hakları” savunuculuğu yapanlar, şimdi neredesiniz? Sadece politik kimliği olan kadınlar saldırıya uğrayınca mı harekete geçiyorsunuz? Esra’nın suçu ne? Ceyda’nın korkusu neden bu kadar derin?

Şunu herkes aklının bir köşesine yazsın:

Bir kadın tacize uğradığında, onun sesi bastırıldığında, hepimiz o şiddetin suç ortağı oluruz.

Bu iş burada bitmeyecek. Ne bu köşe, ne de bu toplum bu sessizliğe razı olmayacak. Tacizin üstü örtülemez. Ve kimse, “sosyal medyada gündem oldu, geçti” diyerek kurtulamayacak.

Ya konuşacaksınız… Ya da suskunluğunuzun bedelini vicdanlar önünde ödeyeceksiniz.

 

Esra cezaevinde tacize uğruyor iddiası sosyal medyayı karıştırdı. Kardeşi Ceyda, yaşananları açıkça dile getirdi ama sonra aniden sustu. Peki bu suskunluk kime hizmet ediyor? Adalet Bakanlığı neden hala sessiz? Bu köşe yazısı, sessiz kalanların yakasından tutuyor!

Türkiye yine suskun. Bir kadın cezaevinde tacize uğradığı iddiasıyla gündeme geldi, hem de öz kardeşi tarafından dile getirildi. Ceyda, Esra’nın cezaevinde cinsel şiddete maruz kaldığını açık açık söyledi. Sosyal medya bir an için ayağa kalktı. Ama sonra olanlar, bu ülkenin çürümüş vicdanını bir kez daha gözler önüne serdi: Herkes sustu. Ceyda sustu. Devlet sustu. Medya eğlendi, geçti.

 

Bu ülkede bir kadın cezaevinde tacize uğradığında, “cezaevinde zaten güvenlik var” diye geçiştirilemez! Devletin her bir metrekaresinde olan bitenden sorumlu olduğu bir kurumda yaşandığı iddia edilen bu rezalet, “gündem değişti” diye unutulamaz!

 

Ve Ceyda… O ilk paylaşımda nasıl bir öfke ve korku vardıysa, o kadar da hızlı silindi her şey. Paylaşımlar silindi, hesaplar kapandı, suskunluk duvar gibi örüldü. Bu suskunluk kendi başına bir suç değil midir? Bu sessizlikte kimlerin parmağı var? Kimler susturdu Ceyda’yı?

 

Eğer iddia doğruysa, bu devletin cezaevlerinde kadınlara ne kadar güvenlik sağladığını sorgulamak zorundayız. Eğer iddia doğru değilse, Ceyda’nın yaptığı şey, adalet sistemini alenen sabote etmektir. Ama her iki durumda da, devletin acilen bir soruşturma başlatması gerekiyordu. Nerede bu soruşturma?

 

Hadi Ceyda sustu, korktu diyelim… Peki Adalet Bakanlığı neden susuyor? Cezaevi yönetimi neden açıklama yapmıyor? Kadın örgütleri neden sokağa çıkmıyor? Barolar, insan hakları savunucuları neden bu iddiayı gündeme taşımıyor?

 

Bu ülkede kadınlar sadece sokakta değil, artık devletin koruması altındaki cezaevlerinde bile güvende değilse, bu utanç hepimize yeter. Ve bu utanç, sadece tacizi gerçekleştiren ellerin değil, sessiz kalan ağızların da suçudur.

 

Sözüm ona “kadın hakları” savunuculuğu yapanlar, şimdi neredesiniz? Sadece politik kimliği olan kadınlar saldırıya uğrayınca mı harekete geçiyorsunuz? Esra’nın suçu ne? Ceyda’nın korkusu neden bu kadar derin?

 

Şunu herkes aklının bir köşesine yazsın:

Bir kadın tacize uğradığında, onun sesi bastırıldığında, hepimiz o şiddetin suç ortağı oluruz.

 

Bu iş burada bitmeyecek. Ne bu köşe, ne de bu toplum bu sessizliğe razı olmayacak. Tacizin üstü örtülemez. Ve kimse, “sosyal medyada gündem oldu, geçti” diyerek kurtulamayacak.

SUSKUNLUĞUN SUÇ ORTAKLIĞI!
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haber Konseyi | Doğru Tarafsız Gazetecilik ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin