Siyaset uzun zamandır sertti, evet… Ama artık başka bir eşikteyiz. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Mayıs Pazar günü, Sırrı Süreyya Önder’in AKM’de yapılan anma töreni çıkışında fiziki saldırıya uğradı… İstanbul’un göbeğinde, Atatürk Kültür Merkezi’nde yaşanan o an, yalnızca bir fiziksel saldırı değil; aklın, vicdanın ve ahlakın çöküşüdür. Ana muhalefet lideri Özgür Özel’e, kamuya açık bir alanda, üstelik bir anma töreninden çıkarken, yumruk atıldı. Gündelik öfkenin, sokak serseriliğinin, siyasi linç kültürünün ete kemiğe bürünmüş hâliyle karşı karşıyayız. Ve kimse çıkıp da “Bu normal değildir” demiyorsa, asıl problem çok daha derindedir.
Peki, ne yapıyordu Özgür Özel orada? Ne provokasyon vardı ne siyaset. Ne bir meydan okuma, ne bir konuşma… Sadece bir insanlık refleksiyle, bir vefa duygusuyla, bir anmaya katılmıştı. Bu ülkede hâlâ ortak acılarda buluşabileceğimize, farklılıklar arasında bir selamlaşma mümkün olduğuna inandığı için oradaydı. Ama işte bazen, en sade davranış bile hedef olmaya yetiyor. Çünkü bu topraklarda artık en çok nezaket korkutuyor, en çok sağduyu tehdit sayılıyor. Çünkü birileri, insan gibi kalabilenleri düşman bellemiş durumda.
Yumruk, Özgür Özel’in yüzüne değil yalnızca. Bir duruşa, bir üsluba, bir siyasi nezakete atıldı. Halkın temsil yetkisini verdiği bir isme yönelmiş her saldırı, aslında millete yapılmış sayılır. Çünkü o yumruk, aynı zamanda sokakta güvenle yürümek isteyen gençlere, düşüncesini özgürce ifade etmek isteyen öğretmenlere, gazetecilere, sanatçılara, işçilere de atılmıştır. Bu ülkede bir siyasetçi, üstelik ana muhalefetin lideri, herkesin gözü önünde hedef alınabiliyorsa, kim güvende sayılabilir?
Saldırganın kim olduğu ortaya çıktığında yaşadığımız sarsıntı daha da derinleşti. 2004 yılında, öz evlatlarını uyurken silahla katletmiş bir adam… Psikiyatri kitaplarında bile türüne az rastlanır bir karanlık. Ve bugün bu kişi, elini kolunu sallayarak bir siyasi lidere saldırabiliyor. Bu, bireysel bir cinnet değil; alenen sistemsel bir çürümüşlüğün dışavurumudur. Suçun cezasız kaldığı, kötülüğün meşrulaştırıldığı bir düzenin geldiği uç noktadır bu. Ve bu düzeni kuranlar kadar, ona susarak omuz verenler de sorumludur.
Ama asıl büyük tehdit ne o yumruğun ta kendisidir, ne de atan adam. Asıl tehdit, bu ülkenin kurumları, siyasetçileri, medyası, kanaat önderleri bu saldırıya karşı hâlâ yetersiz bir tepki veriyorsa, işte oradadır. Siyasi hesaplara, ideolojik mesafelere boğulmuş cılız açıklamalar bu ülkenin asıl hastalığını gösteriyor: Tepki bile hesaplı, adalet bile temkinli, ahlak bile taraflı.
Ve bütün bu utancın ortasında, Özgür Özel, bir lider gibi davrandı. Ne öfke kustu, ne mağduriyet yarışı başlattı. Yumruğu yedi, ama eğilmedi. Duruşunu bozmadı, gülümsemekten vazgeçmedi. Çünkü o artık sadece bir parti lideri değil, vicdanın temsilcisi hâline gelmiştir. Sessizlerin sesi, tehdit edilenlerin direnci, susturulmak istenenlerin haykırışıdır Özgür Özel.
Şunu açıkça yazalım: Bugün Özgür Özel’in yüzüne atılan yumruk, yarın fikir beyan eden herkese dönebilir. O yüzden mesele bir kişi değildir. Mesele, bu ülkenin nasıl bir geleceğe doğru savrulduğudur. Şiddetin alışıldık hâle gelmesi, sıradanlaşması, hatta mazur görülmesi… İşte asıl alarm budur.
Ve hayır, bu yumruk sadece Özgür Özel’e atılmadı. Bu yumruk; hukuka, demokrasiye, birlikte yaşama kültürüne, adab-ı muaşerete, ortak geleceğimize atıldı. Bize atıldı. Hepimize.
O yumruk, yalnızca bir yüze değil; bu ülkenin onuruna, ortak hafızasına, susmayan vicdanına savruldu. Ama unutulmasın: O yumruk, havada kaldı. Çünkü hedef aldığı adam, yalnız bir beden değil; milyonların umudu, sabrın dili, adaletin sesiydi. Ne bir yumruk karartabilir bu ışığı, ne de sessizlik boğabilir bu direnci. Bu topraklar çok sustu ama artık susmayacak. Zira şimdi söz, korkmadan yürüyenlerindir.