Markete girdiğinizde bir şeylerin değiştiğini fark ediyorsunuz ama ne olduğunu anlamak zor. Raflar dolu, ürünler yerli yerinde. Ama fiyat etiketleri adeta saatle yarışıyor. Sabah 38 lira olan süt, akşam 41 liraya çıkıyor. Patates bir bakıyorsunuz 22 liradan 25 liraya fırlamış. Ne üretim koşullarında bir mucize var, ne de nakliyede olağanüstü bir artış. Yine de fiyatlar durmaksızın yükseliyor.
Alışveriş sepeti artık eskisi gibi dolmuyor. Elinizdeki para aynı kalırken, aldığınız ürün miktarı azalıyor. Eskiden “Biraz daha alayım” dediğiniz günler yerini “Şimdilik bu kadar yeter”e bıraktı. Çünkü fiyatlar, hesapların çok önünde ilerliyor. Kasada ödediğiniz tutar ise yüzünüzde yorgunluk ve şaşkınlık bırakıyor.
Peynir, yumurta, tavuk fiyatları artmaya devam ediyor. Marketlerde büyük puntolarla “İndirim” tabelaları asılıyor ama gerçek indirim değil bunlar. Önce yapılan zamların üstü örtülmeye çalışılıyor, küçük oynamalarla tüketiciye oyun oynanıyor. Bu, halkın aklıyla alay etmekten başka bir şey değil.
Maaşlar sabit kalırken, fiyatlar her geçen gün biraz daha tırmanıyor. Aradaki fark sadece cebimizi değil, yaşam kalitemizi de eritiyor. Marketten eli boş dönenler artık sıradan. Kasada beklerken insanların yüzlerinde “Acaba bu parayla yetebilecek miyim?” sorusunun ağırlığını görmek mümkün.
Televizyon ekranlarında aynı cümleler dönüp duruyor: “Küresel kriz, döviz kuru, arz-talep dengesi.” Ama bu sözler sofradaki açlığı kapatmıyor, evdeki eksikliği görmezden geliyor. Gerçek hayatın zorlukları ise kulak ardı ediliyor.
Enflasyon sadece sayılarla anlatılamaz. Sofradaki ekmek dilimi küçülür, tabağa konan yemek azalır, kahvaltıdaki zeytin sayısı eksilir. Çocuğun bardağına konan süt yarıya iner. “Tatlı alma” cümlesi, “Et de alma”ya dönüşür. Bu gerçek enflasyonun ta kendisidir.
Fiyatlar kendi kendine artıyormuş gibi görünse de, hepimizin bildiği gibi, bu artışları yöneten görünmez eller var. O eller cebimizin derinliklerinden alıyor. Ve aldıkları sadece para değil; huzurumuzu, güvenimizi ve gelecek hayallerimizi götürüyor.
Fiyatların kendi kendine artmadığını elbette biliyoruz. Bu artışların arkasında, ne yazık ki, çoğu zaman piyasayı yöneten, çıkarlarını koruyan bazı görünmez eller var. Onlar sadece cebimizdeki parayı almakla kalmıyor; aynı zamanda geleceğimizi, güvenimizi ve en temel yaşam hakkımızı da tehdit ediyorlar. Bu durum uzun vadede sürdürülebilir değil; çünkü adalet ve denge olmadan toplumun huzuru mümkün değil.
Susmak, görmezden gelmek çözüm değil. Yazmak, anlatmak, ses olmak zorundayız. Çünkü gerçek güç, yalnızca kendi soframızı doldurmak değil, yanımızdakinin de karın doyurabilmesini sağlamaktır. Bu mücadele, herkesin hakkı ve sorumluluğudur.


















