Günümüzün en zarif ve göz önündeki isimlerinden biri olan Burcu Esmersoy, geçtiğimiz günlerde sosyal medyada istemeden yaptığı bir paylaşımla gündeme geldi. Sabah saatlerinde aynada çektiği bir selfie sırasında, arka planda eşinin mahrem görüntüsünün yansıması da kadraja girdi. Elbette bu paylaşım kısa sürede fark edilip silindi. Ancak dijital çağda, “kısa süre” bile büyük sonuçlar doğurabiliyor.
Bu olayın başrolünde bir ünlü olabilir ama asıl mesele hepimizi ilgilendiriyor: Mahremiyet nerede başlıyor, sosyal medya nerede bitiyor?
SOSYAL MEDYA: GERÇEK Mİ, GERÇEKÜSTÜ MÜ?
Burcu Esmersoy, televizyon dünyasının deneyimli ve sevilen isimlerinden biri. Kendisi de sosyal medyayı aktif ve etkili kullanan, özel hayatını dikkatle yöneten bir figür. Ama bu bile bazen yetmeyebiliyor.
Çünkü artık öyle bir dönemde yaşıyoruz ki telefonlarımız elimizin uzantısı olmuş durumda. Sabah uyanır uyanmaz ekranına baktığımız, henüz gözümüzü tam açmadan paylaşım yaptığımız bir alışkanlığın içindeyiz. Bu durum sadece Burcu Esmersoy’a değil, hepimize tanıdık geliyor.
Ancak bu “anlık paylaşım” refleksi, özellikle ev gibi özel alanlarda tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor.
PAYLAŞIM KÜLTÜRÜ: HER ŞEY HERKESE Mİ AÇIK?
Bugün sosyal medyada gezdiğimizde, bir sabah selfiesi, bir yatak odası aynası, bir ev manzarası, yemek masası… Her şey bir “hikâye” haline getirilmiş. Ancak unutmamız gereken şey şu: Her hikâye, anlatılmak için değildir. Bazı anlar yaşanmak içindir.
Burcu Esmersoy’un yaşadığı bu olay, istemeden de olsa, bu sınırların zaman zaman nasıl flu hale geldiğini gösteriyor. Evet, bu bir kaza. Ve kimsenin amacı elbette özelini ifşa etmek değil. Ama teknoloji öyle hızlı, paylaşım kültürü öyle yoğun ki, bir anlık dalgınlık özel hayatın ortasına projektörleri çevirebiliyor.
MAHREMİYETİN YENİ SINAVI
Burcu Esmersoy’un bu deneyimi, bir medya figürü olarak değil, bir insan olarak yaşadığı bir durum. Ve bu durum hepimize şunu hatırlatmalı: Mahremiyet artık sadece kapalı kapılar ardında korunmuyor.
Bugün mahremiyeti korumak, bir tuşa basmadan önce düşünmekten geçiyor. Yatak odası, aile içi alanlar, çocuklar, ev halleri… Bunlar teknolojiyle değil, dikkatle korunmalı. Çünkü dijital dünya hızlı ama unutkan değil. Bir paylaşım silinebilir ama kaydedilebilir, ekran görüntüsü alınabilir, yayılabilir. Özellikle kamuya mal olmuş kişiler için bu risk çok daha büyük.
SUÇLU KİM? TELEFON MU, BİZ Mİ?
Böyle bir olay yaşandığında genellikle suçlu aranır:
“Neden dikkat etmedi?”,
“Bunu nasıl fark etmedi?”,
“Bu kadar mahrem alanı nasıl paylaşır?”
Ama belki de asıl suçlu, bizlerin içine girdiği bu “her anı paylaşma takıntısı.” Sürekli görünür olmak, sürekli bir şey göstermek, varlığımızı sosyal medya üzerinden ispatlama ihtiyacı… Tüm bu dinamikler, en dikkatli insanı bile bir anda yanlış bir karenin içine düşürebiliyor.
SON SÖZ: BİR AN DİKKAT, BİR ÖMÜR HUZUR
Burcu Esmersoy’un yaşadığı bu olay, bir skandal değil. Bir insanlık hâli. Ama aynı zamanda dijital çağda ne kadar dikkatli olmamız gerektiğine dair bir uyarı niteliğinde. Ünlü ya da değil, hepimiz bu “anlık dikkat testinden” her gün geçiyoruz.
Belki paylaşmadan önce sadece bir saniye durup şöyle bir ekranın arkasına bakmak gerek. O karede sadece biz var mıyız? O an gerçekten paylaşılmalı mı? Bir anlık dijital dalgınlık, yıllar boyu konuşulacak bir hataya dönüşmesin.
Çünkü bazen bir kare her şeyi anlatır, ama o kareyi silmek, yaşananı geri almaz.
BU OYUNCULUK MU, BU ŞÖHRET Mİ?
Türkiye’de artık oyuncu olmak için yetenekli olmanıza, emek vermenize, eğitim almanıza gerek yok. Kamera karşısına geçip iki replik ezberlemekten çok, bikinili tatillerinizle magazin sayfalarını süslemeniz, sevgili olarak popüler bir sporcu seçmeniz, bol bol “görüntülenmeniz” yeterli.
Son dönemin en canlı örneği: Devrim Özkan.
Kendisini uzun süredir oyunculuğuyla değil, aşk hayatıyla tanıyoruz. Önce Galatasaraylı futbolcu Lucas Torreira, ardından milli voleybolcu Hande Baladın’ın eski sevgilisi Trevor Clevenot… Liste uzayıp gidiyor. Her yeni ilişki, her yeni tatil, medyada manşet. “Ben ilişkilerimi konuşmam” diyen birinin, her adımının konuşuluyor olması da ayrı bir ironi.
Sorarım size: Bu nasıl bir denklem?
Gerçekten yetenekli, sahnede ter döken, konservatuvar mezunu nice oyuncu var ki yapımcıların kapısını aşındırmaktan yorulmuş durumda. Fakat bu arkadaşımız, sadece bikini görüntüsüyle, aşk hayatıyla ve PR çalışmalarıyla her sezon yeni bir dizide karşımıza çıkıyor.
Yaz sezonu başlar başlamaz Bodrum’da, Çeşme’de bikinili pozlar… Kışın ise sevgililerin maçlarında kameralara yakalanma seansları. Oyunculukla ilgili bir başarısı, ödülü, çok konuşulan bir performansı var mı? Yok. Ama ne hikmetse “rol” hep ona geliyor.
SEVGİLİ SEÇ, HABER OL – OYUNCU OLMAK BU MU?
Eskiden bir insanın mesleğinde başarılı olması için emek vermesi gerekirdi. Şimdi magazin gündeminde kalmak yeterli. Görünen o ki sporculara yakın olmak, bir PR sihirbazınızın olması ve yazın bol bol vücut göstermek sizi her sezon ekranlarda tutmaya yetiyor.
Devrim Özkan’a özel bir şey değil bu eleştiri. O, sistemin sadece görünen yüzü. Kamera arkası çok daha karışık. Menajerler, PR şirketleri, medya ortaklıkları… Hepsi el birliğiyle “parlatılacak yeni yüz” yaratıyor. Yüzde yetenek olmasa da olur! Çünkü Türkiye’de yetenek değil, “gündem” önemli.
Gerçek oyuncular ise ne yaparsa yapsın, gündeme giremediği sürece figüranlıktan öteye geçemiyor.
YAPIMCILAR BU KAPIYI NEDEN HEP AYNI YÜZLERE AÇIYOR?Bu sektör artık izleyiciyi aptal yerine koymaktan çekinmiyor. Aynı yüzler, aynı yeteneksiz performanslarla, aynı senaryoların içinde dönüp duruyor. Çünkü mesele artık oyunculuk değil, kimin sevgilisi kim, yaz tatilinde nerede, bikini mi giymiş, story mi atmış?
Bu ortamda yetenekli bir oyuncunun yolu açık olamaz zaten. Kamera karşısında rol değil, “rol yapan” bir hayat yaşıyorlar. Oyunculuk dışında her şeyle gündeme gelen bu isimler, sektörde “oyuncu” adıyla yer buluyor. Buna da seyirci kalıyoruz.
OYUNCULUK SİHİR DEĞİL, EMEKTİR
Oyunculuk sadece güzel görünmekle, sporcuyla sevgili olmakla, magazin sayfalarında boy göstermekle yapılan bir iş değildir. Gerçek oyunculuk; sahnede ter dökmek, karakteri içselleştirmek, izleyicinin kalbine dokunmaktır. Ama bu kavramlar şimdilerde kimsenin umrunda değil.
Kısacası bu ülkede oyuncu olmak için artık oyunculuğa gerek yok.
Sahi, ekranlarda neden hep aynı “tanıdık” yüzler var?
Cevabı çok basit: Rol yapmaya gerek yok, gündemde olmak yeterli!

